Bir zamanlar buraları hep sanattı, sahneydi, alkıştı.. Beyaz yakalılara, bol rütbeli devlet adamlarına sunardık kendimizi bileti kesilmiş, kulisi keyifli sahnelerde, meydanlarda hatta saraylarda… Kaç sevgilim ile ayrılığı konuştum Çırağan Saray’ının ön bahçesinden denize bakarken, kaç dostumu sildim Esma Sultan Yalısı müştemilatının küçük bahçesinde.

Beylerbeyi Sarayı daha çok ailevi mevzularıma denk gelmiştir hep, uzaklığından herhalde çok dayılanmışımdır peder beye. Dolmabahçe’ye her giriş öncesi derin sessizlikte beklerdik sicil kayıtlarımızı…

Cemil Topuzlu’nun merdivenlerinin dahi dolduğu, konfetilerin kriz geçiren ciğerlerimize havayı çekerken burnumuza tıkandığı zamanlar oldu… Hemen her sahnenin tozuna şpagat açtık çok şükür. Türkiye turneleri, yurt dışı turneleri…

Hani emekli albaylar gibi (neden yalnızca albaylar söyleniyor hala anlamış değilim) hiçbir şey eskisi gibi değil diye başlamak istemiyorum cümleye ama değil işte… Bu değişim nasılda normalimiz oldu özellikle son 3 yılda bilmiyorum. Beyaz yakalıların biletini aldığı hafta sonu etkinliği değil, düğün ve kına gecelerine meze olmaya başlamıştık. Tüm kadınlar premses olmak istiyordu gelinliği giydiğinde ve konservatuvar mezunları, profesyonel companylerde yıllarını harcamış çoğu dansçı da fon oluyordu bu premseslere. Bir kısım da Karaköy’den kalkan turist teknelerinde yaptığı 15 dakikalık potporinin ardından tekne kıyıya dönene kadar asla tutamayacakları sözler veriyor ya da gıybete boğuyorlardı İstanbul Boğazı’nı.. Bende farklı değildim. Hintliler Antalya dolayında milyon dolarlık hoteller kapatıp bizleri masraflarıyla ve zevkleriyle hayrete düşürüyordu. Çünkü ölsündü paryalar. Ateş Showlarımızla, hiç görmediklerine inandığımız kıvraklığımızla biz de onları sözüm ona hayrete düşürüyorduk . Terimiz soğumadan kulisinden servise doğru koştuğumuz sahneler, sırtımızı karşı kıyıya yaslayıp ışıkların altında dansettiğimiz saraylar, bizleri izleyebilmek için itişip kakışan meydan kalabalıkları yoktu artık.

Bir kere hepimiz sanatçıydık artık, herkes her şeyi yapıyor ve hunharca hashtaglerle paylaşıyordu. Çalışanın değil soyunanın elması kızarıyordu daha çok. Mürekkep, yalayanın ağzında tadını bırakmış ama cüzdanına şişlik katmamıştı günün sonunda. Bize bir mucize lazımdı.

Herkes bir dakikalığına ünlü olduysa dağılabilir miydik artık? Aylık gelirine sırf takipçi katsın diye işimize ucuz fiyatlarla ortak olanlar plazalarına geri dönebilir miydi lütfen? Esnek bir anatomiye sahip olmak bir tek bana prim katmamıştı sanırım…

Profesyonel dans yaşamı çok şey kattığı gibi çok şey de götürdü benden. Yankısını yıllar sonra fark edeceğimiz bu yaşam biçimi, çünkü bir companyde dans ederek hayatını kazanmak öyle ofise gidip akşam eve dönmek gibi değildir, yaşam biçimidir. Program yapamazsınız bir kere her an il dışına ya da yurt dışına çıkabilirsiniz çünkü, prova çıkışı arkadaşınızın düğününe uğrayamazsınız çünkü terlemeyen bir tek göz bebeklerinizdir, özel günlerde mutlaka çalışıyor olursunuz, çalıştığınız insanlarla aynı evde 6 ay yaşamak durumundasınızdır otobüste, uçakta, serviste hep yan yana. İnsan değil sevgilisine, annesine katlanamaz bu haliyle, katlandık… Selamlaşmayacağınız insanlarla sahnede el ele tutuşmak hatta sarılmak zorunda kalırsınız ve birileri her ne kadar 39 kişiye zarar verse de 40. kişiyi göndermez. İnsanı insana kırdırırlar. Zordu, keyifliydi, çekilmezdi, kolaydı, keyifliydi, travmatikti… 6 yıl sonra saçlarımı bir numara kestirip ayrıldım bu dünyadan. Daha göreceklerim vardı çünkü akıllanana kadar aynı sınava tabi tutar hayat seni…

Sezonun kısır zamanları, 2 aydır çalışmıyoruz… Atölyeler düzenlemeye başlamış para kazanmaya çalışıyordum. Atölyemin içeriğini hazırlamış, 5 adet sosyal medya hesabında paylaşmış, reklam için kredi kartı öptürmüş (kendi kredi kartım), öğrenciler için atıştırmalıklar almış ve mekana gitmiştim. Mekanın fuaye, salon, tuvalet ve mutfak temizliğini bitirdikten sonra öğrencilerimi karşılamış, atölyemi yapmış, ücretlerini toplamıştım. Günün sonunda maaşlı bireylerin bu emekten yüzde istemesiyle ancak bir aile olmadığımızı anlayabilmiştim…

Gerçeğin suratıma çarpmasıyla başlamıştı devinimim. Nerede başlamıştı her şey?

Bitti dediğim yerde başlamıştı tabii, koca koca laflar etmiştim ve belamı arıyordum. Uzun sürmedi buldum, dört ay süreli bir iş için anlaştığım bu toplulukla hemen kaynaştım ve ancak 5 yılın sonunda onlardan kopabildim. Zordu, ilkeldi, çok çalışmaktı, travmaydı, keyifliydi… ancak bitmeliydi.

İnsanı insana kırdırıyorlardı yine ve anlamak hayli zaman almıştı.

Canlı dediğin tecrübeyle öğreniyor, kocaman laflar etmiyorum bu kez. Çünkü yaşım müsaade etmiyor. Bakıldığında yine aynı noktadayım ama saçlarım uzun ve heybem dolu. Bu kez kendimle bile yetinmeyip fazlasını zorlamıştım. İnsandan umudumu kesmiş ama kalabalığın iyi gelmediğini de fark etmiştim.

Yogacı emekli albaylar gibi konuşayım, içimizde, dilediğimiz her şey içimizde. Başkalarında aramayın. Şirketlerin etiketlerine yaldız katmaya değil kendi yolunuzu aydınlatmaya bakın. Kredi borcundan sonra seninde nasıl olduğunu soranlarla iş yapın. Size bağış yapıyormuş gibi değilde emeğinizin hakkını verdiğini hissettirenlerin sahnesine renk katın.

En önemlisi kaşenizi sormak ayıp değil haktır, sorun.

Bu işlerin devamı var devri bitti. Nasıl mı? Anlatacağım hepsini…